Kayıtlar

Bir Ütopya’dan Geçmişiz.

Resim
Bu gibi günlerde miş’li geçmiş zaman kullanıyorum, görmediğim ya da duymadığımdan değil, şimdi 5 yıl sonra baktığımda çok uzak gelmesinden bu kipi kullanmam. Zamanın kudreti, o günlerin üzerine bir örtü çekmeye yetememiş. Anılar, her yerde konuşulur, işitilir olmuş. O günlere dair, bazılarımız için hâla tanımlanmaya, anlaşılmaya ihtiyaç duyulan bir belirsizlik hali var. Herkes, kelimeler izin verdikçe bunu tanımlamak için bir kaç kelam ediyor. Ben de bu kervana katılıp, o günleri kendi hikayemle anlamlandırmak istedim. Bugün, hafızam beni eylemlerin başladığı ilk günlere götürdü. O zamanlar herkesin deyimiyle apolitik olan gençlerdendim. Lakin bu, apolitik olmak istediğim için değil, politik olmak istemediğim için böyleydi. “İyi de fark ne” derseniz… Fark, biraz da fark görememek. O tanımlamayı yaptığınız gençler, aslında “bir şey” olan bir nesil değil, bir şey olmaya baş kaldıran, başkalarının tanımlarıyla sınırlandırılamayan bir nesil. Sırf bu yüzden de farklı olan haya

Aynalarla konuşmalar V

Buradayız Ahbarig! Düşündünüz mü hiç, orası neresi? Hiç yürüdünüz mü o yoldan? Amcamlaydım. Kaset dinlenen zamanlardı. Bir de karma kaseti vardı, kırmızı şahininden eksik olmazdı. Hangi seyahatimizdi hatırlamıyorum, muhtemelen şehirden gelip, bizi yaylaya götürdüğü günlerden biriydi. Bir çift kalem… Doğduğum günlerde yaşanan bir olayın ağıdı, çocukluğumun şarkıları arasına girmişti. İlk gençliğimde, bağlama çalmaya başladığım ilk günlerde oluşturduğum repertuarıma girdi. Sonralarıysa hep güvercin tedirginliğiyle söylenmiş şarkılardan oldu. Bir ankara ayazında yitip giden biriydi. Oğluna yıllar sonra biri: “Baban da sıcağı severdi.” yazmıştı. Bu çirkinlik size tanıdık geldi mi? İsterseniz şarkıya bir kulak verin: https://www.youtube.com/watch?v=1kL1ri18odU Yetmedi… Okuldan yeni gelmiştim. Türkiye ortalamalarına sahip bir devlet okulunda okuyordum. O zamanlar, ortalama derken ne demek istediğimiz daha netti. Şimdilerde çok bir şey ifade etmiyormuş, konuştukça far

Aynalarla konuşmalar IV

Bu sefer yine zamanın bir yerlerinde saklanmış biriyle tanıştırmak isterim sizi. Fakat ondan önce gelin kendinize bir çay demleyin, kulplu bir bardağa doldurun, yazının kalanına öyle devam edelim. Hepimizin yaptığımız şeylerden keyif alması önemli. Kendimizi bir şeyler değiştirdiğimize inandırdığımız günlerden biriydi. Hani, bir yanıyla da inandırmakla kalmıyoruz değiştiriyoruz elbette. Üç arkadaş tarihi sokaklar arasında kaybolup, kendimizi bir pazarın içinde bulduk. Bu pazar tarihin eski zamanlarını görmüş, sur içinde bir pazar. Kemerlerden geçince sizi karşılıyor. Çayıyla, sohbetiyle meşhurmuş. Pazara girer girmez bizi son zamanlarda olduğu gibi mendil satan çocuklardan biri karşıladı, Muhammet. Biz mendil almak istemediğimizi söyledik. Diğerlerinin vermediği bir tepkiyle karşılaştık. Bize kızdı, yükseldi: “Zaten kimse almıyor, ben nasıl para kazanacağım!”. Sitem o kadar haklı geldiki o an ancak yine de mendil almak, onun anını kurtarmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Hiçbir z

Aynalarla konuşmalar III

Resim
Bir önceki yazıda bir video vardı, izlemişsinizdir belki. Şimdi o videoya geçmeden başka bir videoyu ilginize sunacağım. Onu da sunmadan, gelin biraz zamanda yolculuk yapalım. 1900’lerin başında dünyaya gelen bir beyfendinin 90’ların başında dünyaya gelen torunuyum. Ben, yüz ölçümü  510.100.000 km² olan dünyanın, 510 milyon 100 bin kilometre kare üzerinde yalnızca 783 bin 562 kilometre karesinin sadece 38 bin 873 kilometre karesini kaplayan bir vilayettinde gözlerimi açarken, uçakla bu vilayetten 18 saat 20 dakika mesafede olan bir şehrin konferans salonlarından birinde 12 yaşındaki bir kız çocuğu tüm insanlığa bir ders veriyordu. Akranlarının 20’li yaşlarına gelmesine rağmen kuramayacağı cümlelerle, dünyanın “liderlerine” korumamız gereken en temel şeyin “dünyamız” olduğunu hatırlatıyordu. Ne mi o ders, buyrun kendi ağzından dinleyin: Şimdi de gelin bu dersten kendimize hangi soruları çıkarabiliriz, bir kaçına bakalım... Şimdilerde pek çoğunuz ailesiniz, annesi

Hoş gelişler ola eyyy 2019!

Resim
2016'ya itafen 2015'de yazdığım bir cümleyi bırakayım: " Zaten dertleşemem seninle zira sen de çok hızlı gideceksin. Zaman aceleci, telaşlı bir çocuk; yaşatmadan kendini alıp gidiyor, ortalığı darmadağın ederek." 2018 çok öyle darmadağın bir yıl değildi. Ülke ve dünya gündemini saymazsak elbette. Oralara dair, bir önceki yazı bir kaç şey söylüyor. Söylemeye de devam edecek. Burada biraz ve çokca güzelliklerden bahsedelim. Eee hasretiz sonuçta, gelecek güzel günlere. Önceleri çok düşünürdüm, hala da düşünürüm vakit buldukça, nasıl bir şey şu güzel günler diye. Bunun cevabını kendimce arayarak geçiyor günler. Sanırım bulmaya en yaklaştığım günler bu senedeydi. Ve yine sanıyorum bu günlerin sayısı hayatımızın geri kalanında gittikçe artacak. Belki de büyüdükçe daha küçük güzellikler üzerimize bulaşacak. Şairin dediklerini de aşağıya bırakıyorum: 2018, Geldiğin gibi gitmediğin için teşekkürler. Zira bir çok benzemezden bir benzeyen çıkaracak seneler... Götür

Aynalarla konuşmalar II

Resim
"Dünyada görmek istediğin değişiklik ol" Bir videoda denk geldim şu söze ve bir süredir de bu sözün demek istediği etrafında dönüp duruyorum. Bir de dizi sahnesi var. O sahne de bana bu düşüncemde eşlik etti. Son zamanlarda yaptıklarım, olduğum yeri ve olmak istediğim yeri - belki de her bu yaşlarına gelen insan gibi - çokça düşünüyorum. Bulunduğum yeri her zaman şans olarak gördüğümü ve şükrettiğimi ilk cümlelerden söylemek, anlatmak istediğimin doğru anlaşılmasını pekiştirecektir. Gelelim söylemek istediklerime kaynaklık eden bir kaç konuya. Şimdi sırtınızı yaslayıp, son yaptığınız en güzel hissettiren şeyi düşünün. Bulması zor olabilir, kendinize biraz daha zaman tanıyın ve çok eskiye gitse de tekrar düşünün. Yakınsa ve bulmuşsanız, uzaksa ve tozlu raflardan çıkarmışsanız; gelin bir de o güzel hissettiren o şeyin karşılık geldiği hissi bu yazıda bulmaya çalışalım. Bu yazı aracılığıyla da başkalarında. Nasıl mı? İlk olarak sabırsızlanmayarak. Yazıyı okumaya niyet

Aynalarla konuşmalar I

Resim
Her şeyden önce gelin, kendi içimize bir daha bakalım. Öyle yarım yamalak değil, düz dümdüz, saf pürü pak, bir aynaya bakar gibi bakalım – mümkünse boydan olan. Uyanınca kendinize baktığınızda gördüğünüz size değil, o sizin bakmaya çekindiği size. Bir su dolu leğen, içi kirlenmiş, birileri kiri temizlemeye boşaltmaya çalışırken biri toprak, kömür, kan atmış. Baktığımız ayna gibi ona da her gün bakıyoruz. Ancak inatla temiz kısmında kendimizi arıyoruz. Kendimizi bulamazsak, yüzümüzü çeviriyoruz. Kabulleniyoruz, o kirin orda kaldığını, leğeni ters yüz etmeden de düzelmeyeceğini. Ben bugün oturdum bu leğene baktım. Uzun uzadıya bir bakıştı bu, her şeye bakmaya çalıştım. Zaman zaman kirleri temizlemeye çalıştım, zaman zaman kir benim yansımam oldu. Uzun yollar, uzun yıllar harcamış olmasam da, leğendeki kirleri görecek kadar çok şey yaşadım. Ne yazıktır ki, bunu en güzel zamanlarda yaşadım. Fakat en anlayamadığım şey leğendeki kir değil. Aksine kir çok anlaşılabilir. Buna suyun doğası