Aynalarla konuşmalar I

Her şeyden önce gelin, kendi içimize bir daha bakalım. Öyle yarım yamalak değil, düz dümdüz, saf pürü pak, bir aynaya bakar gibi bakalım – mümkünse boydan olan. Uyanınca kendinize baktığınızda gördüğünüz size değil, o sizin bakmaya çekindiği size. Bir su dolu leğen, içi kirlenmiş, birileri kiri temizlemeye boşaltmaya çalışırken biri toprak, kömür, kan atmış. Baktığımız ayna gibi ona da her gün bakıyoruz. Ancak inatla temiz kısmında kendimizi arıyoruz. Kendimizi bulamazsak, yüzümüzü çeviriyoruz. Kabulleniyoruz, o kirin orda kaldığını, leğeni ters yüz etmeden de düzelmeyeceğini.

Ben bugün oturdum bu leğene baktım. Uzun uzadıya bir bakıştı bu, her şeye bakmaya çalıştım. Zaman zaman kirleri temizlemeye çalıştım, zaman zaman kir benim yansımam oldu. Uzun yollar, uzun yıllar harcamış olmasam da, leğendeki kirleri görecek kadar çok şey yaşadım. Ne yazıktır ki, bunu en güzel zamanlarda yaşadım. Fakat en anlayamadığım şey leğendeki kir değil. Aksine kir çok anlaşılabilir. Buna suyun doğası deyin, buna leğenin konumu deyin, ne derseniz. Sadece benim bahsettiğim leğende de değil üstelik, leğenin bulunduğu damın her yerindeki çanaklarda, vazolarda, çizmelerde, hunilerde var kir. Benim anlayamadığım, leğenden başımızı çevirince hafızamızın bir anda leğendekileri unutması. Evet, bir de büyük harflerle UNUTMAK! Anlayamadığım, anlamlandıramadığım yegâne şey. Mesela, unutmadığımız şeyler var. Leğenin var olduğu gerçeği gibi.

O zaman mevzu hatırlama becerimizin olmaması değil. Unuttuğumuz şeyleri hatırlamanın faydasının olmaması? Belki de o leğendeki kirleri temizlemeye gücümüz kalmamıştır.

“Ester vazoya çiçekler yerleştiriyor
Pembe sesiyle
-Baharı yerleştiren bir tanrının elleri-
Kokusunu duyuyorum uzaktan
Hayır, kokusunu düşünüyorum
Benim olmayan kokular..”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hoş gelişler ola eyyy 2019!

Olamayışın öyküsü...

baştan...