Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Selam!

Resim
Selam, Birçok dilde karşılığı olan ve bir kafeye girilirken, yolda geçerken, buluşmada, konuşmada kısaca birçok ilkte kullanılan bir ifade. Uzun zaman sonra “Selam” derseniz bir insana, özellikle her gün dediklerinizin aksine dile pelesenk olmasından değil, içten ve sıcak diyorsanız, önemlidir o iki hecelik uzun kelime. Nasılsın, Yok ya öyle laf olsun diye sorulan değil, hani hocanın derse girdiğinde sorduğu gibi ya da ilkokul sırasında sabah sabah afyonumuz patlamamışken müdürün sorduğu gibi de değil. Gayet karşındakinin şuan ki halinin “nasıl” olduğunu merak ettiğin için sorulan, iyi olmasına yönelik dert edindiği için sorulan, yine dile pelesenk olmuşsa da önemlidir o derin soru kelimesi. Sonrası mı; Offf ne çok derdi tasası var be dünyanın! Diye başlıyorsanız cümleye bitmez ki o muhabbet. Ya da bitmesini istemediğiniz muhabbetlere başlarsınız bu cümleyle, sonu gelmez çünkü bu dertlerin tasaların… Yine yolda yürüyorum, ben hep bir yolda yürüyorum. Takmışım kulak

Düne dair...

Evet bakınca bir yıl daha yaş aldım, her gün bir gün daha yaş aldığımız gibi. Zaman, sanki beni içine alıp son sürat giden bir vasıta gibi, nereye yetişeceğini anlamadığım, acelesinin ne olduğundan bi haber olduğum, telaşlı bir vasıta. Bu vasıta çok hızlı gitse de durakları es geçmiyor, ne mutlu! Zira o durakların her birinde bir birinden güzel insanlar dahil oluyor yolculuğuma, birbirinden güzel onca insan, yolda hızlı gidiyor olsak da vaktimizin olduğunu ve beraber gidiyor olduğumuzu hatırlatıyor hep bize zaman. Bir fotoğraf karesinde, bir şarkı sözünde, bir şiir dizesinde, bir sokak tabelasında, bir fincan kahvede, bir bardak çayda… bana duraklardan aldıklarımızı hatırlatıyor ve tek başına olmadığımı -zaman zaman- kulağıma fısıldıyor anbean. Elbette zaman zaman her durakta olduğu gibi binenlerin yanında inenlerde oluyor. Selam olsun tüm gidenlere! Bu, hızlı giden vasıtanın manzarası hiçte iç açıcı değil, her yerde acı, her yerde ölüm, her yerde hüzün, her yer kara

Uyan Ali'm...

Resim
Mayıs sonu Haziran başıydı, oysa alışkındık Mayıs’ta gidişlere, alışkındık Haziran’da vedalara… Lakin bu ağır geldi… Bir gece kadar ağır, kış uykusu kadar derin, sabah olamayacak kadar uzun… Gitti Ali’m, daha 19 yaşındaydı bir gece yarısı sokak ortasından aldı götürdü, Lodos muydu alıp giden yoksa Karayel miydi bilemedik ama Haziran ayında zemheriyi yaşattı gidişi… Ahhh iç çekişlerimize sığmıyor ağır gerçek… Elden ne gelir ki, sağa sola küfür ediyor, uzaklara sözcükler sallıyoruz, su sıkıyoruz kurumasın diye fidanlar… Eee daha daha ! *** Çöl ortasında buzul istemedik ki biz, Ya da güneşe ilk çıkan insanlar olmak gibi bir derdimiz olmadı hiçbir zaman zira eğitim kabiliyetimiz  Nasayı aşarak Naaa oraya kadardı, Yeni bir gezegen keşfetmekte değildi niyetimiz, yeni bir buluşu insanlığa kazandırmakta zira kazandıracağımız insanlık 5 dk da o buluşu nasıl satacağını düşünecekti ki mevzu “Money Money Money !” e gitsin, Ay tutulmasını 24 saat izl

Gidenlere...

Resim
Dile kolay; 1 yıl,12 ay,365 gün,8760 saat geçmiş “3-5” ağacın bir kuşağı, bir ülkeyi, bir maziyi değiştirdiği günlerin ardından… Değişmek doğru kelimemi bilmiyorum fakat, şöyle ki bir süredir “doğru” ne bilmiyoruz sanırım… Zira; Yıllarca çocuklar gülsün diye varız dediler, gülüşü güzel çocukların gülüşünü aldılar, Analar ağlamasın gözlerine yaş yakışmıyor dediler, en büyük acılar yaşadı evlatlarını yitiren analar, "Baba" eve “ekmek” getirir dediler, eve ekmek getirmeye giden evladını 264 gün hastane kapısında bekledi babalar, Ki bunlarla birlikte; 15 Yaşında okula gidecekken kendinin kaç katı mezara giden Berkin’e ağıt yakanlar yerine “yuğ” çekenler doğruydu, 19 unda sevdiğini söyleyecekken Ali İsmail sevdiceğine, “Neden öldürdünüz” diyen anneler değil “Nasıl öldürdüğünü” söyleyemeyecekler doğruydu, 19 unda yollara çıkacakken güzel günler için, dönülmez yollara giden -annesini de götüren- Mehmet değil “sokakta ne işi var” diyenler doğru

"Orda" yatanlara...

Resim
Orada yatıyorlar şimdi orada uzaklarda; dingin, sessiz, soluksuz, sonsuz… Siz gideli buralar dingin değil ne yazık ki, Gökler daha bi karardı sanki, o yeşil kırlar artık daha bi sarardı güze nazaran, Yok o eski masmavi göller, yosun bağladı kuyularda taşlar, akmıyor eskisi gibi gürül gürül çağlayanlar, Artık yorgun düşmüş tulumbaların, çekeceği su, rüzgârların yıkacağı ağaç kalmadı artık, Kavak ağaçlarını değnek sanıp kıran çocuklar, söğüt dalından flüt yapacak dedeler, Uzaktalar, gözleri kara ormanlara dalan da yok artık, yıldız kayınca dilek tutanda… Anlayacağınız herkes sessiz, herkes sizsiz, kabuğuna çekilmiş, Dallarda kirazlar kuruyor, karıncalar çileklerle doyuyor, bilemedim ne zaman bahar oluyor… Artık uzak bir çok şey, anılar kadar… PS: “Orda” yatanlara selam ve özlemle… He bi de "sabunluyken ağla"mayınız...

Biraz Soma...

Resim
Yerin derinliklerinde, güneşe hasret yazılan bir öyküydü hayatları. Kömür karasına karışmış alın terleriyle, ekmeklerine karışmış kömür tozlarına rağmen evlerine umut taşıyorlardı. Isınsın diye yeryüzündekiler, daha iyi yaşasın diye çocukları, güneşi görmeyi erteleyenlerdi onlar. Ve biz her gün gördüğümüz güneşin ısısına aldanıp, yüreklerini yakmışız oysaki… O yaktığımız yüreklerin sessiz çığlıklarıyla, o çığlıklara ses olanların gözyaşlarıyla geçen günlerden aklımda kalanlar var, anıları canlandırmak, acıları hatırlatmak olacak belki ama hüzünlerin umuduyla koşmuyormuyduk hep yarına… Sayamadığımız kadar çok acıyı sığdırmadık mı son 11 ay 15 gün 2 saat 44 dakikaya, bu acılara ağlamadık mı sayısız gün ve gece kimseler duymadan, kimselerle konuşmadan… Şimdi bunlardan kalan; Bir gün var aklımda, babasının siyah baretinden renkli bir ev çizen çocuğu gördüğüm, Bir gün var aklımda, çocuğuna doğum gününde almak istediğini hangi parayla alacağını düşünen bir annenin olduğu,

Mesafeler...

Resim
Çok şey var aslında anlatamadığımız değil mi, anlatmaya çekindiğimiz, düşünmeye korktuğumuz, söylemeye dilimizin varmadığı, yaşamayı sadece hayal etmek istediğimiz… ne çok şey var adına uygun sıfat bulamadığımız ya da adını koyamadığımız.. Bazı anlar kimseye anlatmadıklarınızı haykıran şiirler okur, şarkılar dinleriz, çoğu zaman da bu şiir ve şarkılara kapılıp hayallere dalarız… Ama şiirlerin sonunun olduğu, şarkıların melodilerinin bittiği gibi, bu hayallerinde bir sonu ne yazık ki hep mevcut... Tekrar çal tuşu yok şarkılardaki gibi veya şiirler gibi tekrar okunmaya müsait değiller. Sanki kimsenin bilmediği, kimsenin görmediği bir düğmesi varmışta basınca patlamış gibi paramparça oluveren hayaller… Kendimizi korumaya çalışıyoruz yasaklara, tuzaklara, uzaklara sığınarak, yaşanmışlıklarımızın ağırlığından yaşayabileceklerimizin önüne set çekiyoruz-tam da burada küçük bir sır “suyun önüne set çekerken bir gün o suyun setten taşabileceğine dikkat ediniz efenim- nedeni hep muamma..

Olamayışın öyküsü...

Resim
Bir gidişte saklıydı herşey… 
İnsanın susmasıyla başlayan
 Susuşla devam eden ve bitişi olmayan hiçbir zaman..
 Çözümsüzlük,mana yüklenmiş hali bu durumun
 Peki ya nedeni…
 Yine derin bir iç çekişin peşi sıra gelen,ağır susuş..
 Çayı yudumlarken ısınmasıydı içimizin,
Vapur geçerken üşüşmesiydi martıların,
 Ya da yağmurdan sırılsıklam bir köpeğin sığınacak yer aramasıydı,
 Usul usul dinmesiydi yağmurun kulaklarımız da bıraktığı müzikalin..
 Herşey bitişe ve olmayışa işaretti,
 Issız bir cuma günü,sessiz sahillerde.
Yokluktu uzanılan her şey,uzaktı gidilecek her yer,
 Durup düşünmek gerekirdi tüm varışların nedenini…
 Ve sonra ıslanırdık sokaklardan,koşarken damlalar meydanlara..
 İrkilirdik haykırışıyla sonsuz maviliğin..
Tesellisi otobüs durakları olurdu gözyaşlarının
 Üşüyen bedenlere bir kıvılcımdı köşe taşlarına kurulan tezgahlar
 Üzerime bir ağırlık düştü a. gözyaşıyla yüklü ceketimden olsa gerek..
Değiştiremiyorsun düşmesini göz yaşlarının,kalmasını gideceklerin,dönmesini varmışla

Uyu gülüşü güzel çocuk...

Resim
Bu gece de tıka basa acı yüklüyüz. Var olamayan bir çocuk, hüznünü bırakıp gitti bize, dayanamadı 16 kilo kalmış bedeni daha fazla, o kadar dayanmıştı ki  “abileri gitti, galiba bu sefer…” derken boğazımızda düğümlendi bir gitmenin daha sözcükleri… Bi arkadaşa da demiştim “ne yazık ki bizi büyüten, bu hüzünler oluyor” her seferinde, bir arada tutuyor şiddet bizi..çünkü hep aksini istiyoruz,biz aksini istediğimizi söyledikçe, istemediğimiz şeylerle karşılaşıyor ve hüzünleniyoruz,ağlıyoruz… Barışın kapısını çalan kaçıncı can gitti, ben artık bıraktım saymayı, ölümle kendilerini sınayan insanların dediklerini bıraktım, sadece hüznümü yaşıyorum derin… Gitmek üzerine birçok söz söylemiş üstatlar, yazan çizen ablalar abiler, bi çoğu bugün dillerdeydi Hepsi bugün güzel gülüşlü çocuk içindi, hepsi bugün Berkin içindi… "Herkes kendi hürlüğünde ölmeli Ölmek, ölmekse. Asırlarca evvel bu dünya Başka insanlarındı. Kardeşçe uzatıyorum yanaklarımı, işte İnsanca ateşle

Böyle de birşey varmış :)

Şarkılar demişken,böyle birşey nasıl olur dedim ^_^ https://docs.google.com/forms/d/1diMoDVmbDQ9UbvzNnlwjRUI41Jxfnwi-qKol22Zn3tc/viewform

Anılar...

Ben yine alabildiğine senleyim. Nedendir bilmiyorum bu aralar sık ziyaretine geliyorum,inan bundan hoşnut değilim fakat böyle,itiraz edemiyorum... Zaman zaman geçmişe gidiyorum şuan olduğu gibi anılar canlanıyor gözlerimde,keşkeler düğümleniyor boğazımda ki onlardan sıra gelmiyor iyikilere. Uzun geceler olsun istiyorum güneşi görmediğimiz,çünkü görmek demek güneşi,gündüz gözüyle görememek demek seni,hiç olmayanı ! Bazı an oluyor ki bırakmak istiyor insan kendini rüzgara,savrulmak istiyor ordan oraya çünkü hiç birşey gecenin ardından güneşin doğacağı,çiçeklerin kışa kalmayacağı veya her şarkının biteceği gerçekliği gibi sistematik olamıyor,ne yazık ki ! Olsun demekle olmuyor,gelsin demekle gelmiyor,kalsın demekle kalmıyor çünkü olmuyor gelmiyor kalmıyor ! Ama herşeye rağmen diyor ki insan; "içimde ikinci bir insan gibi seni..."beklemek saadeti ! Çünkü yaşamak ciddi bir iş,çünkü yaşamak şakaya gelmez.. O yüzden yaşıyoruz,yaşamalıyız.. Sevgiyle güzelleşip büyüyerek,ama olsun be,

Dinginlik...

Resim
"kır lardan geliyorlar ellerinde sümbülteber elbette kırlardan kırlardan gelecekler başka türlü nasıl güzelleşir bu akşamüstleri söyleyin nasıl dayanılır dükkânlara depolara bu katran kokusu başka türlü nasıl geçer sonsuza varmadan bir önceyiz sanki -o sayının da bir adı vardı unuttum- her şey öyle saydam öyle madensel kapıların kilitleri açık ve herkes uykusuz hepsinin elinde bir saat bir sümbülteber eskiden şaşardık bazı şeylerin yokluğuna artık bu yokları var etmeyi usladık ağaçları budadık ormandan balıkları tuttuk denizden hani bazı açılmaz sanılan kapıları omuzladık çünkü herkesin elinde bir saat bir sümbülteber hey koca dünya nasıl avucumuzdasın nasıl da parlıyorsun ey gözleri maden çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin elbette kırlardan gelecekler kırlardan kırlardan gelecekler ellerinde sümbülteber ey güzelim sümbül ve teber ey canım gördüğüm sanki o değildi sanki kuşlar albümünden bir maden"

Sonsuz Karanlık

Resim
Yine kendimleyim öyle boş öyle sessiz öyle derin.. Biliyor musun ben hep ağlarım bazen gülerim ama o gülüşler nefesin durması gibidir nefes almak ağlamakta gizli yani. Üşürüm çoğu zaman,gözlerim acır yüreğim acır,susarım zızlar dururum kendi boş karanlığıma,sesimi duyan olmaz,sessizliğimi anlayan olmaz... Biliyor musun ben bazen gülerim, O gülüşlerimde aşk saklıdır işte hani şu kimsenin bilmediği, bulamadığı.. Görmezsin duymazsın bilemezsin sadece hissedersin o diye biri yok, o kimse hiç kimse... Sonra sanki dünya da ki tüm bokluğun sebebinin o olduğunu düşünürüm.Sanki ölen çocukların,açların,acı çekenlerin,sevgilisinden ayrılmışların,özleyenlerin hatta ve hatta sarılamamanın sebebi "o"ymuş gibi küfrederim(içimden;) ),kulakları çınlamaz gözleri seğrimez çünkü yoktur o.. Kaç defa söyleyeceğim daha hiç bişeyin sebebi değil o, ama herşey ona sebep... Belki gelse mutlu olmayız mutsuzluğumuzu paylaşırız,ağlarız belki gelse,o ölen çocukların mezarı başında hemde, gezerek ağlarız...

Ve...

Resim
" Burada yağmur yağıyor    Aralıksız yağıyor günlerdir    Ama sen yine de şemsiyeni    Almadan gel ilk otobüsle  " Kışın gelen yağmur gibi,öyle bir gel ki kışı getiren yağmur ol umutlandır... Ve " Öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.   Sessizce ağladığım anları kimse çığlık çığlığa hıçkırıklara dönüştürememiş olsun." Gel işte şiir gibi gel,sabah gibi gel,bahar gibi gel.. Ne bileyim işte yavrusu gibi bir ceylanın ya da göç mevsimi gibi göçmen kuşların. Balıkçının ağına takılmasını umduğu denizkızı gibi ya da limanını özlemiş bir gemi gibi. Tünelin sonundan göz kapaklarıma yansıyan ışık gibi gel..                                                 Ki ihtişamından ödün vermeyen,İstanbul gibi gel ! *** Bu nüsha tüm gelmeyenlere ve/veya geç kalanlara !

Otur la 2014 !

Resim
“Her sabah bi gün doğarken bi günde eksilir ömürden…” diyerek bitiriyorum bu yılı,her zamanki gibi ama daha içi dolu gidiyor bu yıl. Çok şey getiren çok şey götüren bir yıldı. Getirdikleriyle götürdükleri arasındaki ilişki 1kg pamukla 1 kg demir arasındaki ilişkiden farksızdı ama bir şey öğretti bana; “Gitmek sadece bir eylem değildir !” i ve hep yüzüme vurdu bu yıl. Şimdi sende gidiyorsun “özletecek seni bu yağmurlar” diyemiyorum çünkü seni özlemekten çok yeni yılın gelmesinin heyecanındayım ben kusuruma bakma 2013,tüm gidenler gibi sende temelli gideceksin benden sıkıntı yok o yüzden. Zaman’ın mahurluğuna inat düşlerimiz var bizim, yürüdüğümüz yol ve bu yolda gördüklerimiz görmeyi istediklerimiz, tanıştıklarımız tanışacaklarımız, umut barış güzellik… Her zaman olmasa da bunları umuyor olmak değil miydi bizi zamanın içinde bir yaprak gibi ordan oraya savuran. Çayın içimizi ısıttığı anlar çokken kaynar sunun dahi bizi ısıtamayacağı anlar da vardı. Düşler vadisinde yürüdüğü