Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Üşümek,sessiz direniş !

Resim
Üşüyorum… Sanırım kendimi bildim bileli üşümek fiilli cümleler hep kurdum ne yazık ki kurmaya da devam edeceğim. Çünkü içim hep üşüyor, yokluktan üşüyor, özlemden üşüyor, dünyadan üşüyor,van dan üşüyor, sokaktan üşüyor, gözlerden üşüyor, çocuklardan üşüyor, ölüm üşütüyor içimi, uzaklar üşütüyor… “İnsanlar aynı dilde güler”miş ya bence insanlar aynı dilde üşür ve aynı dilde ağlarlar. Gözlerinden akan yaşların rengi de dilide yoktur, tıpkı ölümün olmadığı gibi… Yavaş yavaş kavrulan sokaklarda uzakların düşlerini kurarak büyüdük. gözlerimiz hep olmayışları aradı, bakışlarımızda hep olacaklar vardı ama baktığımız yer hep uzaktı. bu yüzdendi bilinmez ülkelerden gelecek anka kuşlarını büyütmek düşlerimizde halbuki bembeyaz güvercinler uçururduk ya hep özgürlüğe… Ağız dolusu gülmelerimiz olmadı hiç, her gülüşümüzde var olan burukluk yeryüzünün sınırsız ve acımasızlığıyla paraleldi. Paralel evrenlerimiz yoktu paralel sevdiklerimiz vardı, üşüyen her çocuk soba yanında patates

Kahve rengi

Yaşamak, boğazına düğümlenmesidir sözcüklerin aslında… Bahsettiğim susmak gibi bir şey değil aslında, en temelde söyleyememek. Uzunca gecelere kapıları açıp, güneşli günlerde yağmuru özlemekte bundan ötürü sanırım. Kar yağsın istemesek de hiçbir zaman, aslında kıştan önce sonbaharın yaptığı işte kar yağdırmaktı ruhumuza. İmkansızların imkan halini alması o yüzden baharda daha bir mümkündü sanki ya da hep inanmak istediğimiz mevsimlerin, evrenin, bize bir şeyler getireceğiydi bu yüzdendi baharda da Kasımda da aşkın başka olması ama sevenler gününün kışta olması. Ama dedik ya imkansızlar uzak, uzaklarsa hep güzeldi. Güzel kaldı bize boğazımızdaki düğüm. Şairlerin yazdığı şiirler mevsim kokarken, yazamadıklarıdır aslında sevgi kokan, uzak kokan. Kaç yüzyıldır kağıt ve kalemin seviyeli ilişkilerinden doğan şiirleri okuyoruz ve kaç yüzyıldır bu ilişkinin ileriye gittiği yerdeki sevgilerden bi haberiz. Ve habersiz kaldığımız şeylerin yanında aslında o ilişkiler birer muamma. Şeker

Uzak

Uzaklar hep güzeldi,güzeller hep uzak,sonra ortaya bilinmezler çıktı.Uzaklar uzaklaştıkça güzelleşti,güzellerde böylece hep uzakta kaldı.. Varolmakla ilişkiliydi herşey ya da hiçbir şey çokta uzak değildi yok olmaya, bu yüzdendi yakınların dahi uzaklaştığı bir dünyada uzakların hep ulaşılmaz olmasının normalleşmesi. Gülünçtü belki iletişimin sağlanabilirliğinin bu kadar yaygın olduğu bir çağda, iletişememek kavramı. Her lahza elimizden düşmeyen oldukça akıllı cihazlar meydana çıkmışken bizlerin bu kadar uzak olması akıl kârı mıydı? Yok be aslında çok normaldi sizce bu, çünkü sizin değer tanımınıza ne ben sığmıştım nede bendeki değer kavramından aldığınız nasip size yetmemişti ya da ben yetirememiştim. Hep diyorum ya uzaklar hep güzel gelmekte bana, bize. Bundan ötürüydü işte iletişimsizliğin sizce normal karşılanması. “Zaten birşey olmaz, ne olacak ki söylemesem, işim vardı…” gibi algılardı ya şekillendiren çünkü iletişim sonradan gelirdi karşı tarafa gitmesi zaman alırdı ya ç

Hangi yaşamak ?

Uzun yollara çıktığımız bir yolculuktu belki hayat ama ne önemi vardıki çocukken... Tek isteğimizin çikolata şeker yemek olduğu bir dünyamız vardı en büyük korkumuz annemizin bize şeker vermemesi ya da şeker bitti, çikolata evde yok denmesiydi. En sevdiğimiz oyuncaklarımızla kurduğumuz yeni dünyalar vardı, bu dünyalarda mutsuzluğu bilmezdik mutluluğu da çünkü gülerdik hep ama ağlamayı bilirdik anne terliklerinden, bize hep öğretilerle yaşadığımız günlerde öğretilerin işe yaramadığı hayal dünyamızla karşılaşırdık, bisikletlerimizle gezebileceğimiz dünyalarımızın yanında hep bir uçma hayalimiz vardı ve bundandı uçurtmalara olan bağlılığımız gökyüzünü gezip bize anlatsın diye salardık ipin ucunu ama hep kısa kalırdı gitmek istediğimiz yerden, her kelimenin büyüklerde çağrıştırdığı anlamdan çok farklı anlamları vardı lügatimizde; onlar kar yağıyor deyince kapıları kapatırken biz kar topu oynamaya dışarı koşardık zira yasaklar hep çekici gelmişlerdi bize bu yüzdende ziyadesiyle fazla

...!

Şiire sarılıp şiire gülmek bir de yanına çay demlemek üstüne geceyi dinlemek !

Yolları biz mi yeşil kılıyoruz ki?

Varolan gerçekler var,herkesin hepimizin bildiği ama dillendiremediği,dillendirmeye çekindiği. Valla ben de bilmiyorum neden çekiniyorlar,neden çekiniyoruz ama böyle bir gerçek var dillendirilmeyenler hep suskun kalıyor ve birileri bu suskunluklardan kendilerine pay çıkararak güya güçleniyorlar. Afedersiniz de siz sadece kendinizi kandırıyorsunuz. Tıpkı biz gibi siz de ölen çocukları biliyor duyuyorsunuz,biz gibi olmasa da sizin de bir yerlerde bazı duyularınız irkiliyor.Bizim göz yaşlarımızdan kurduğumuz halkayı kuramayan gözyaşları döküyorsunuz samimiyetsizlikle örgülü.Evet her gün aynı güneş hepimize aynı doğuyor ama gece hepimize aynı karanlık değil,siz yaptıklarınızı örtmek için kullanıyorsunuz geceyi bizse güneşe hasretlik çekerek sevgiyle ve muhabbetle örüyoruz geceyi. Bilmesek de görmesek de hissedip,kavuşuyoruz zindan karası gecelerde bembeyaz sofralarda,ekmeğimizi bölüşüp paramızı üleşiyoruz. Ve sırtsırta uyuyoruz,bilmessiniz sırt sırta vererek aşılan karanlıkları,ayık ol

Dünya bu gece koşsana !

Severn çok önce bunları öngürmüş söylemiş,bizse yıl 2013 hala bunları konuşuyoruz peki neden?Ben de Severn gibi geceleri düşünüyorum hatta bir çoğumuz gibi ama neden değişim olmuyor ne yapmıyoruz da olmuyor,çünkü biz karanlıkta karanlığı düşünüyoruz sabah güneş bizi hep cezbediyor,sanki gündüz savaş olmuyor çocuklar ölmüyor,hayır biz güneşi bahane ederek birşeyler yapmıyor sadece birşeyler söylüyoruz peki neden cevabı ben de değil;)Bence hiçbirimizde değil,cevabı düşünmeye dahi korktuğumuz düşüncelerimizde,bakmaya dahi korktuğumuz sokaklarda.Cevabı her yerde herşeyde ama bu herşeyi var eden ve onlardan bağımsız bizlerde değil,sokaklarla caddelerle evlerle herkesle ve herşeyle var olabilen bizlerde. Cevabı merak edenler için bı gece bu video bir adım olsun ve sabah ikinci adımı atın. Ve düşünmeye yardımcı bir soru,biz ne yapmıyoruz da 20 Yıldır birşeyler değişmemiş ve 20 yıl önce oradakiler Severn i anlamamış?Sahi neden Severn in göle attığı taşın dalgası bize ulaşmamış? "20 Yıl Ön

Yalnızlık-Yılmaz Erdoğan'ın Sözleri Alltan Erkekli'nin seslendirmesi...

"yalnızlık. her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında. tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir, kıymetini bilmelidir, dedi. yalnızdır insan; hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır. kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir ülke ülke. kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık da. insan bir ölümü istemez, bir de ondan beter bir yalnızlığı. ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında. ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi. tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın. aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi. aşık olun! gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı. nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi. sade ölüm değil, ayrılık da yaşamın emri. evet söyledi. ya da ben duydum. duyduğuma göre elbet bir ses söyledi bu söylendikçe usulen söylenir olan sözleri. evet duydum söyledi. her duyduğumda ağl

Ağlamaklı...

Üşüyorum, havanın soğukluğu yanı sıra ısınmama engel teşkil eden hususlar mevcut etrafta. Şiddet kol geziyor sokaklarda, elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor. Kimimize bir selam “çakıp” yoluna devam ediyor. Durduramıyoruz, durdurmuyorlar derken selam çaktıkları borçlu çıkıyorlar, uyuyorlar uyanamıyorlar, gelmeyecek diyarlara yola çıkıyor, selamsız memleketleri yurt ediniyorlar kısacası çekip gidiyorlar, bir “Hoşça kal” ‘ı bizlere çok görerek. Bazılarının uykusu ağır oluyor ve kalkıp gidemiyorlar iyi ki, bizse ancak gidenlere iki damla eşliğinde el sallıyoruz, uyanmaya direnenlere de sevgimizi gönderiyoruz. Ama elimizden UYAN be çocuk demekten başka bir şey gelmiyor ne yazık ki… Ama olsun biz iki damla dökerek uğurlarken gidenleri yeni şeyler öğreniyoruz, onlar fotoğraflarıyla bizlere yeni şeyler öğretiyor. Gülünüz, şiddete ve şiddetçiye karşı yanağınızdan tebessüm eksik olmasın… Eyvallah çocuk olmasında, ya sen diyorsun içinden ama …yaş olup akıyor bu soru gözlerinden ağla

Yeşil

Ağır girdi Müzeyyen abla yine, fikrimin ince gülü o gün gördüm seni diye başladı aheste aheste, sonrası malumunuz… Gülüş insanı ele veren en masumane mimiktir, ne kadar kötü olmaya çalışsanız da, umursamaz takılsanız da, kızgın kızgın bakadursanız da gülüşünüze söz geçiremeyince her şey alaşağı olur. O yüzden insanların akılda kalıcı en önemli özelliklerinden biridir benim için gülüş mesela vardı ya şu köyün delisi diye bilinip annesinin en sevdiği şarkının Neşet Baba’dan Ceşm-i Siyahım olan, kendinden çok emin olan Deli Emin’in o içten ve samimi gülüşü... *Ara ara girecek sanırım Müzeyyen abla bu yazıya şimdi de: yaktın yıktın kül ettin beni falan diyor, anlayacağınız o da çoktan aşmış gülüşleri… Neyse işte en önemli mimiklerdendir gülüş, insanların gülüşlerini gözlemleyin sizi kandırmayacak ikinci şey gülüşlerdir, kendilerini kandırdıkları doğrudur ama sizi sadece kandırdıklarını sanırlar. Elbette birinci şeyse bakışlardır buradan da tabi gülerek bakanların akılda ka

Bir Şarkı Masalı

Resim
Şarkılar… Uçurtmasını uçuramamasına dair bir çocuğun veya sevdasını unutamamasına dair bir sevdalının, güneşi kucaklamak isteyene bir nida veya yerin derinliklerinde eriyenlere bir ağıt, kara kışa değer verenlere bir başkaldırı veya inadına yağan yağmuru kabullenenlerin eğlencesi… Bir birinden farklı ama bir o kadarda aynı duyguların anlatıldığı, aktarıldığı, haykırışlardır şarkılar. Her insana farklı şeyler hissettirebiliyorken zaman zaman aynı histe de buluşturabiliyor. İçinde bur sürü eylem barındırmasına karşın, karşıt eylemleri de aynı hassasiyetle yansıtabilen melodilerden oluşmakta aslında. Yazmak yazmamak, koşmak durmak, haykırmak ve susmak… Bir hiç de anlatılabilir şarkılarda bir varoluşta. Enstrümanı ve müzisyen, Leyle ve Mecnun gibi… Unutulmuş bir yokluğun ilk hıçkırığıydı bir müzisyenin enstrümanına ilk dokunuşu, oradan büyüyerek bir haykırış olmuştu melodiler. Ne de güzel başlamıştı çalmaya enstrümanını; sevgilisinin elini tutması gibiydi ona dokunuş

Melodik Yollar

Yine bir müzikten çıkan yazma isteğiyle kendinizi klavyenin başında bulma hali.. Sahi size de oluyor mu bu,bana çok olur en çokta seyahatlerdeki kulaklıkla,otobüsün camından kayıp giden dünya arasındaki ince ilişkiye şahit olurken. **** En çok düşündüğüm şeylerden biri de "ya bu şarkıları yazan insanlar ne yaşayarak bunları yazmış" biz sadece dinlerken o kadar yoğun duygular yaşarken bu insanlar bunları YAŞAMIŞ diye düşünüp iç geçirip sonra da vay anasını diyiveriyorum istemsizce.. **** Vay anasını deyip alıp kulaklığı ve o şaheserlerin dolu olduğu müzik çaları atıyorum kendimi sokaklara,bazıları sahillere atıyor kıskanmıyor değilim bilesiniz,nereye gideceğimi ne yapacağımı vb gibi plana dair durumları yıkan şey kulağımdaki melodiler oluyor,ki çoğu zaman plan yaparak dışarı çıkan bi insanımdır,sola döndürüyorlar bazen bazen elimi çırpmama sebep olurken bazen bana insanlara bakmamam gerektiğini söyleyebiliyorlar,bazen ne güzel şeysin sen yağmur dedirtirken bazen yağmurla

Şair Ceketli Çocuk

Bazen tek kelimesini anlamadığımız ancak bizi duygudan duyguya sürükleyen,hayallere daldıran,kısacası bizi alıp götüren şarkılar ve şarkıcılar vardır. *** Gelevera deresi diyerek girdi hayatıma,en olmadık zamanda hep bu melodi doldu kulağıma,koy verdin gittin beni diye bir serzenişi vardı ki onu koyan giden olası gelmezdi insanın,hele bu şarkıyı insan sevdiğine söylemişse o sevdalıya bu sözleri söyletmek insafsızlığın en büyüğüydü bence.Bir şarkıyla bu kadar anlatılabilirdi "Gitmek" fiilini gerçekleştirene olan sitemkar sevda. Sonra o aradan çıkan bir "heyyy" sesi vardır karadenizi içimize ilmek ilmek işleyen,hey gidi karadeniz dedirten.Ardından hemen yaklaşan bir kayığa bakarak hatırlanan sevgiliyle özlemden dem vurur. "Oy dumanlar dumanlar hep dağları sardiniz..." diyerek bilenmeyen yürek derdini gizleyen dumana da hesap sormayı ihmal etmez karadeniz hırçınlığıyla.. Ve bir anda anılarını hatırlar,uyutmayan,düşlerine engel olan anılar... *** Her şa

Şarkılarda Yaşamak

Resim
Yaşamak ne güzel şey be...öylesine yaşamak işte herşeyden biraz yaşamak;biraz uyumak,biraz koşmak,biraz dinlemek konuşmak biraz,biraz ağlamak belki çok ağlamak,biraz umursamak biraz özlemek,biraz yok yok fazlasıyla "severek" yaşamak...Koşar gibi değil kovalar gibi değil sadece yaşamak için yaşamak... Ya yaşayamamak,uzaklardan seslenmek bazılarına,uzaklara seslenmek bazılarına,gitmryi kolay kılan nedir bu kadar hep merak etmişimdir,diyeceksiniz ki sorsana gidenlere;sahi hiç konuşanınız var mı gidenlerle... Ben uykumda dahi konuşamıyorum sadece,sadece duyuyorum görüyorum ama konuşamıyorum,nedendir bilmem ama olmuyor sanırım kızgınlar bana sevmeme veya sevmeme değil sadece kızgınlar özlememe... Yaşıyoruz çok şükür diyemiyoruz bazen aklımıza gelince bunları diyemeyenler,bir yumruk tıkanıveriyor boğazımıza,bir balyoz iniyor göğüs kafesimizin tam ortasına,ama birşey yapamıyoruz susuyoruz susuyoruz susuyoruz ve yaşıyoruz... Nerelerde nasıllar hiç bilmeden,bilemeden bazen gö

Beklemek

İstanbul güzel şehir be ! Aslında burdan girmek hiç aklımda yoktu ancak şu an dinlediğim ezginin günlüğü istavritten aklıma geldi :D Şimdi de ne desem bilemedim ama başlıktaki konuyu söylemek istiyorum sizce beklemek ne kadar olmalı?ideal bekleme süresi diye bir şey var olmalı mı? yoksa duruma göre değişmeli mi? hayatımızın büyük çoğunluğunda beklemek yok mu? örneğin üniversitede yemek hane kuyruğunda karnını doyurmak için,yurtta saat dolması için,ders çalışırken sınavın geçmesini sınav geçince açıklanmasını beklemiyor muyuz? bu kadar değil elbette diyorum ya düşününce her an örneğin şuan bu satırları okurken devamında ne yazacağını bekliyorsunuz veya muhteşem yüzyıl izlerken bugün kimin öleceğini,behzat ç izlerken acaba bu kez ne diyecek diye, fragmanı çıkmış bir filmde acaba bu kadar reklam yapılacak ne var diye,sabah kalkmış kahvaltı yapmış okula gideceksen durakta otobüs,garda tren,iskelede vapur...şarkı listesindeki bir şarkı aklınıza gelince o şarkının ne zaman geleceğini bek

Bir Gece...

Kulağımda halil sezai aylar sonra bloğumun karşısına geçince itiraf ediyorum heyecanlandım ne yazmak konusunda ama her zamanki gibi doğaçlama... Unutur mu insan unutmak istediklerini yada unutamamak nedendir ki? Sürekli görmekten mi bir kalemi unutamamak yoksa çöpe atmamaktan mı? Yastığını insan rafa kaldırsa neden unutamasın ki? Gözleri kara olması onunla geçirilen vakitleri unutulmaz kılıyor olabilir mi? Ve ya kafama takmadığım bir gözlüğü unutmama engel olan ne kafa ma takmasamda onun olması olabilir mi? Unutmak veya unutmamak beni an için enterese eden konular değiller. O yüzden mutluluktan bahsetmek istiyorum gerçekten mutlulukta anca böyle doğaçlama anlarda çat kapı bahsedilecek bir konu çünkü çat kapı mutlu olmuyor muyuz?Kafanızı yaslıyorsunuz otobüsün camına çat diye radyodan dj en sevdiğiniz parçayı açıyor o an bundan daha mutlu birşey olabilir mi diye tebessüm ederken yaşlı bir teyze biniyor otobüse yer veriyor daha mutlu eden şey de varmış be diyorsunuz.Çünkü siz aslında