Yolları biz mi yeşil kılıyoruz ki?

Varolan gerçekler var,herkesin hepimizin bildiği ama dillendiremediği,dillendirmeye çekindiği.

Valla ben de bilmiyorum neden çekiniyorlar,neden çekiniyoruz ama böyle bir gerçek var dillendirilmeyenler hep suskun kalıyor ve birileri bu suskunluklardan kendilerine pay çıkararak güya güçleniyorlar. Afedersiniz de siz sadece kendinizi kandırıyorsunuz.

Tıpkı biz gibi siz de ölen çocukları biliyor duyuyorsunuz,biz gibi olmasa da sizin de bir yerlerde bazı duyularınız irkiliyor.Bizim göz yaşlarımızdan kurduğumuz halkayı kuramayan gözyaşları döküyorsunuz samimiyetsizlikle örgülü.Evet her gün aynı güneş hepimize aynı doğuyor ama gece hepimize aynı karanlık değil,siz yaptıklarınızı örtmek için kullanıyorsunuz geceyi bizse güneşe hasretlik çekerek sevgiyle ve muhabbetle örüyoruz geceyi. Bilmesek de görmesek de hissedip,kavuşuyoruz zindan karası gecelerde bembeyaz sofralarda,ekmeğimizi bölüşüp paramızı üleşiyoruz. Ve sırtsırta uyuyoruz,bilmessiniz sırt sırta vererek aşılan karanlıkları,ayık olun ;)

Çok sevgili John Coffey (Kahve gibi,ama yazılışı farklı) abimizin vurguladığı bir nokta benim de dikkatimi çekmedi değil,diyor ki:"Onları sevgileriyle öldürdü.Tüm DÜNYA da böyle!" çok haklı değil mi..

İnsanlar hep bir birlerini sevdiklerini söylüyorlar,ama hep birbirlerini sevenlerin temiz sevgisinden pay çıkaranlar,bu sevgiyi kirleterek nefrete çeviriyor."Seviyorum ama.."lar artıyor çevreden,herşeye bir karşılık yükleniyor,bilmeden biliyormuşcasına yargılar kitleniyor beyin odacıklarına ve tuğlayla örerek orayı bir hücre yapıyorlar beyin hapishanelerinin ulaşılmaz hücreleri oluveriyorlar bilmeden yüklenen yargılar.Sonra en baştaki saf ve temiz sevginin yerini bıraktığı nefret bir gelenek halini alıveriyor istemsiz,halbuki hiç bir çocuk doğar doğmaz hücre yaratmaz beyninde,yaşayarak ve aktarılarak öğrenilen birçok şey gibi bu hücreler de artık ortak paylaşım hücreleri olarak süregelir. Ve bizim sevgiden geriye kalan tuğlalar arasından rüzgarlarla üflenen tozlar...


Her yerde tanık olduğumuz ve duyduğumuz olaylara her zaman serin kanlılıkla bakamıyoruz ama alışıyor alıştırılıyoruz.Çocuklar ölmesin diye içimiz içimizi yerken ölmek üzere olan bir çocuk için 2 liralık akbil harcamıyoruz çünkü alışıyor alıştırılıyoruz.Sıradan bir hal alıyor ölüm mefhumu bizim için.
Sadece 2 lirayla -bi ihtimal- kurtarılabilecek bir çocuk için çaba harcamazken,ölen öldürülen onlarca binlerce yüzlerce çocuk için ne yapabilirizi sormak sanırım size abes gelecek,ama aklınız da bulunsun bu soru çünkü yapabilecekleriniz mevcut çünkü sizsiniz çünkü hepimiziz varız varolacağız,her zaman göğüs kafesimizin altından beynimize gidip gidip gelen bir kavram,ki adı UMUT,bizi biz yapan,o hep varolacak ve oralarda bir yerlerde bize yol göstermek için,ben burdayım demek için bekleyecek.Ve gün gelecek o sizi siz yapacak.
Hala size gelmemişse bilin ki o arada fena trafik var,ve sizden bir yeşil ışık bekliyor..
Yeşil yollarımızı bizim yeşertmemiz için hep bizimle duruyor.
Bence şimdi siz siz olun o yeşil ışığı yakacak düğmeye basın,ve varolun sağolun...


***
Bu eleştirel nüsha,öncelikle John Coffey(Kahve gibi,ama yazılışı farklı) abimiz gibi yorulmuşken umuda sarılanlara,ölümsüzlük derdine düşmeden barışı arayanlara,karşıdaki(Aradığınız kişiye şuan da ulaşılamıyor) sesinin sahibi ablaya aldırmadan barışı tuşlayanlara,içimizi ısıtan ve bize sevgi aşılayan şarkılara ve bunları seslendirenlere özellikle Murat abiye,hayatımızın her anında bizi yalnız bırakmayanlara,Ç.E.T.E'ye,güzel yüzlü çocuklara,terki diyar eylemişlere,unutulmayacaklarına söz verdiklerimize,yeni uyananlara,uyanması için can atanlara,ulaşılmaz hislere,ulaşılmaz yıldızlara,en büyük yıldız olan güneşe,güzel bakanlara,güzel bakışlara,ve içimizi ısıtan bir başka varoluşa ÇAY a ve çay içilenlere gelsin...
*Çay var mı çay...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hoş gelişler ola eyyy 2019!

Mesafeler...

Olamayışın öyküsü...