Mesafeler...

Çok şey var aslında anlatamadığımız değil mi, anlatmaya çekindiğimiz, düşünmeye korktuğumuz, söylemeye dilimizin varmadığı, yaşamayı sadece hayal etmek istediğimiz… ne çok şey var adına uygun sıfat bulamadığımız ya da adını koyamadığımız..

Bazı anlar kimseye anlatmadıklarınızı haykıran şiirler okur, şarkılar dinleriz, çoğu zaman da bu şiir ve şarkılara kapılıp hayallere dalarız… Ama şiirlerin sonunun olduğu, şarkıların melodilerinin bittiği gibi, bu hayallerinde bir sonu ne yazık ki hep mevcut... Tekrar çal tuşu yok şarkılardaki gibi veya şiirler gibi tekrar okunmaya müsait değiller. Sanki kimsenin bilmediği, kimsenin görmediği bir düğmesi varmışta basınca patlamış gibi paramparça oluveren hayaller…

Kendimizi korumaya çalışıyoruz yasaklara, tuzaklara, uzaklara sığınarak, yaşanmışlıklarımızın ağırlığından yaşayabileceklerimizin önüne set çekiyoruz-tam da burada küçük bir sır “suyun önüne set çekerken bir gün o suyun setten taşabileceğine dikkat ediniz efenim- nedeni hep muamma.. Kendimizce haklı olan birçok neden de sığındıklarımız arasında, nedenini sorgulamamız gereken çok şey varken biz yaşayabileceğimiz halde yaşamak istemediklerimizin nedenini sığınak olarak görüyoruz, üzülmekten korkuyoruz fakat bir şey diyeyim “yaşayıp pişman olacağımızı düşündüğümüz şeyleri yaşamadan bilemeyiz” hiçbir zaman üzeceğinden emin olamayız…

Çok renkli hayatlarımıza yeni bir renk katamamak sanırım bunun adı. O kadar alışmış ki gözlerimiz mavinin maviliğine, yeşilin yeşilliğine, sarı bize hep sonbaharı, mor bize hep zambağı, kırmızı bize hep kirazı, siyah hep karanlığı hatırlatır olmuş lakin tüm bu hatıralarımız arasına girebilecek yeni hatıraya -yeni bir renge- yükleyeceğimiz, iyi veya kötü bir anlamımız kalmış olmasa gerek ki kabul etmiyor,edemiyoruz…

Velhasıl “mesafeler diyorum, olmamalılar!” ancak kendi kafamızda yarattığımız mesafe tanımına inanıyor olmakla ilgili diretmelerimiz güçlendiriyor yolların uzaklığını. Gittikçe bitmeyen yollar hiç olmadı. Ancak “yolda durmak yolda olmak anlamına gelmez” sürekli varmak istediğimiz bir yer var, inandığımız, hissettiğimiz güzellikler var; metrelerle ölçülemeyecek, dakikalara sığamayacak kadar içten.

Mesafelere dair yazılacak çok şey var ama susulacak zaman hiç yok. Bundan mütevellit şiir ve şarkıya sığınmaya, melodilere kendimizi bırakmaya devam edelim, belki…

Ne demiş şair;
“Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna 
                                                            diziyorlar”
***
Ve şimdi aynı göğün altında, hiçbir yere ait olamayacak kadar dünyalı hissedenlere, mesafeleri zamanın veya mekanın değil hislerin veya düşüncelerin yarattığına inananlara, güzel güneşli günleri sevenlere, gidenin geleceğine inananlara, yanındakini hiç bırakmayacağa, Birsen, Hüsnü ve Ortaçgil’e, Galata’nın güzide sokaklarına, gidemediğiniz yollara, varamadığınız yerlere, vapurda kitap okuyan Zaman teyzeye, köşe başında kuşları çizen Ali abiye ve tüm mesafeleri hiçe sayanlara gelsin.
Ayrıca şimdi şuan aniden hiç beklemediği(n) bir zamanda telefonu elinize alın ve bir mesaj gönderin aramaktan da çekinmeyin, mesafelerin hiçliğine bir ışık yakın. ;)
Onu bunu boş verin  “Göğe Bakalım…”

Varolunuz…


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hoş gelişler ola eyyy 2019!

Olamayışın öyküsü...