Bir Şarkı Masalı

Şarkılar…

Uçurtmasını uçuramamasına dair bir çocuğun veya sevdasını unutamamasına dair bir sevdalının, güneşi kucaklamak isteyene bir nida veya yerin derinliklerinde eriyenlere bir ağıt, kara kışa değer verenlere bir başkaldırı veya inadına yağan yağmuru kabullenenlerin eğlencesi…


Bir birinden farklı ama bir o kadarda aynı duyguların anlatıldığı, aktarıldığı, haykırışlardır şarkılar. Her insana farklı şeyler hissettirebiliyorken zaman zaman aynı histe de buluşturabiliyor. İçinde bur sürü eylem barındırmasına karşın, karşıt eylemleri de aynı hassasiyetle yansıtabilen melodilerden oluşmakta aslında. Yazmak yazmamak, koşmak durmak, haykırmak ve susmak… Bir hiç de anlatılabilir şarkılarda bir varoluşta.

Enstrümanı ve müzisyen, Leyle ve Mecnun gibi…

Unutulmuş bir yokluğun ilk hıçkırığıydı bir müzisyenin enstrümanına ilk dokunuşu, oradan büyüyerek bir haykırış olmuştu melodiler. Ne de güzel başlamıştı çalmaya enstrümanını; sevgilisinin elini tutması gibiydi ona dokunuşu, ilk nota her zaman ona sevgiyi ve sevdiğini hatırlatırdı… Sonra gelen notalarda türevlerini; önce insanı sevmekle başlardı notalar sonrasında sevgi dağ taş olur devam ederdi… Sonra notalarda oluşan melodiler insana o sevgiyi ne kadar hissettirebilmişse o derece kalıcı olurdu, aslında olmalıydı da, buna değerdi. Çünkü hislerini katarak işlemişti tezgahında o notaları; en tizinden sol minörüne kadar… Ve aslında uçsuz bucaksız maviliklere haykırılsa da, kalabalık salonlarda söylense de hepsi tek bir melodi olarak yankı yapardı müzisyende. Uçmaya çalışan bir kuş kafesten salındığı anla kafese döndüğü andı bir şarkının başı ve sonu aslında bir müzisyen için, bu sebeple hiç korkmazdı göğüs kafesinin altındaki kuşun kafesini açmaktan. Belki de bu kadar derin iz bırakan melodileri bize sunmalarının başlıca sebebi de buydu.


Tabi tüm bunları müzisyene hissettiren de, o yoğunluğu bize yaşatan da kıymetli aşıklara, şairlere ve yazarlara da bin selam ve saygı onların yeri ayrı…

Demişken de bu nüshayı neyiyle dünyayı inleten neyzenlere, melodiye kendini kaptırmasının bir gitara mal olmasına aldırmaya Ahmet abiye, adını sanını bilmediğimiz halde sanki biz aşıkmışız, biz ağıt yakmışızcasına adlarını haykırdığımız; Ayşelere, Fatmalara,Alilere,Ahmetlere Güldaniye’lere… Gidenlere, dönmeyenlere, gelmeyenlere, uzaklara, hasret çekenlere, gül ve gülüş paradoksunun mucidi ve halk müziği efsanesi Bozkır’ın Tezenesi ’ne, telden dile tüm şarkılara gelsin.

Ve pek tabi beklenenlere, özlemlere…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hoş gelişler ola eyyy 2019!

Mesafeler...

Olamayışın öyküsü...